17 Ocak 2013 Perşembe

Like Vultures - Obsessed [EP]

Şimdi durduk yerde eğri oturup doğru konuşacağım bir konu bulmuşken kaçırmayayım dedim ve metal müziğin icrasında yaş ortalamasının iyice düşmesine biraz gıpta ile bakayım diye düşündüm. Özellikle Amerika topraklarında son bir kaç yıldır 14-15 yaşındaki çocuklar demoyu memoyu geçtim, doğrudan EP olayına girerek, veyahut dijital ortamda kayıtlarını paylaşarak müzik endüstrisinde kendilerine bir başlangıç koltuğu bulmaya çalışıyorlar. Elbette çabalarına saygı duymak ve 'bazılarını' desteklemek de gerekiyor; ha bizim topraklarımızda çıksa destekler miyiz, o da bizim sorunsalımız. 

Fakat desteklenmezse ne olur, diye sorulacak olursa da cevabı şöyle verebilirim : Bu kafadaki çocuklar illa ki bir yolunu bulur ve kendilerini size gösterir. İşte tam da bu noktada taptaze bir örneğe sahip olduğumu belirteyim, belirteyim ki fikirlerini örneklerle desteklemiyor demesinler. İsterlerse desinler, işte el cevap : Washington'un Tri-Cities bölgesinden "Like Vultures" bugün bizlerle birlikte!


Debut kayıtları olan Obsessed'i Ocak ayının başında piyasaya süren grup, geçen sene de oldukça sağlam işlere imza atmıştı. Hem youtube üzerinden paylaştıkları kayıtlarla, hem de sık sık sahne aldıkları lokal konserlerle kitlelerini iyice genişlettiklerini söylemek mümkün. Post-hardcore ile melodic metalcore arasında gidip gelen çift yönlü sound'ları, kendilerine farklı bir özgünlük katmış. Zira bu dönemlerde metalcore ile djent icrası oldukça revaçta ilerliyor ve ortaya çıkarılan eserler de %90 birbirine benzemeye başladığını söylemek gerekiyor. Bu bakımdan, piyasada dönem itibariyle dönüp duran eserler arasından sıyrılıp az buçuk farklılık yaratmış olan Obsessed EP'si önemli bir değer olarak değerlendirilebilir.

Grubun ilk bakışta A Day To Remember ile For The Fallen Dreams karması bir havaya sahip olduğunu söyleyebilirim; EP'deki parçalarda da bu havayı ziyadesiyle hissedebiliyorsunuz. İlk olarak yayımladıkları "Top Shelf" adlı parça, grubun takipçileri tarafından da oldukça hoş karşılanmıştı ve bu başarının devamı konusunda da dinleyenlere iyi izlenimler vermişti. Obsessed EP'sinde "Top Shelf" dışında, sarsıcı breakdown'larıyla ve yarı melodik-yarı ritmik riff'lere sahip "The Truth" -ki Above The Broken vokali Vinny Win bu parçanın ilk kaydına eşlik eden isimdi-, doğrudan melodik bir breakdown ile açılan ve neredeyse atakların tamamı breakdown'lar üzerine kurulu "Stay In The Night", dopdolu enerjisiyle ve inişli çıkışlı temposuyla "Sangria pt. 2" bana göre öne çıkan parçalar oldu. Kimine göre tipik post-hardcore sound'u olarak belirtilse de gerçekten uzun süredir yolunu gözlediğimiz ve özlediğimiz bir lezzet olduğunu mutlaka söylemeliyim. Özellikle ilgili janr ile bütünleşmiş olan melodik breakdown hadisesinin özlemi içindeyseniz mutlaka Like Vultures'a kulak vermelisiniz. 

Her zaman yaptığım gibi, grubun son olarak yayımladığı lyric video'yu da paylaşayım ki fikriyatınız okuduklarınızı tamamlasın. Buyrunuz, afiyet olsun : 


Orijin : Washington, US
Janr : Post-Hardcore / Metalcore
Rating : 8/10
Parça Listesi :
1. Top Shelf
2. The Truth
3. Stay In The Light
4. Villain
5. Sangria pt.2
6. 7-10-12
7. I’d Tap That
8. We Are Never Getting Back Together (Taylor Swift Cover)


7 Ocak 2013 Pazartesi

The Holy Guile - FSU [2013]

Sonunda yıl oldu 2013; açtığımız bu tertemiz sayfanın berisine baktığımızda da müzikal açıdan dopdolu ve gayet 'sert' bir yılı geride bırakmış olduğumuzu söyleyebiliriz. Hani gördüklerimiz göreceklerimizin teminatıdır derler ya, aslına bakılırsa 2012 gerçek anlamda djent'in patır patır patladığı bir yıl oldu ve bu yılın da aynı süreci devam ettireceğini ön görmek hiç zor değil. Daha şimdiden single'lar, EP'ler havada uçuşmaya başladı, 2013'ün sadece ilk haftası sona ermişken! Hal böyle olunca iş başa düştü ve yeni yıla şöyle taş gibi, bomba gibi bir albümle giriş yapalım dedik. Kimle mi beraber olacağız? The Holy Guile!

Şimdi The Crimson Armada desek herkes hatırlayacaktır eminim, takip edenler hikayenin geri kalanını da biliyordur fakat ben bilmeyenler veya gözden kaçırmış olanlar için anlatayım : Grup 2012'nin Ekim ayında dağılma kararı alınca, esas vokalist Saud Ahmed'in de yan projesi iyice gün ışığına çıkmış oldu. The Holy Guile'in ilk olarak gün ışığına çıkması daha evvele dayanıyor; ilk EP'leri 2011'de "Guardians 2.0" adıyla yayımlanmıştı ve buram buram eski The Crimson Armada havası hissediliyordu. Guardians debut albümlerini göz önüne aldığımızda ne denli kalıplaşmış bir sound'ları olduğunu gayet rahat bir şekilde hatırlayabiliyoruz. Fakat bu albüm kesinlikle eskisi gibi değil! Bu adamlar her anlamda üstüne bir şeyler koymayı başarmışlar ve tekniğin kaliteyle düzeyli bileşimi FSU'yu yaratmış. 

Müzikal anlamda kesinlikle bir kaç adım daha ilerdeler; hem trafikler Guardians günlerini aratmayacak düzeyde, hem de eskisinden daha melodik ve daha künt! Elbette bu ağır sound'u sağlayan en önemli etken Saud Ahmed'in ta kendisi, hem low hem de scream vokalleri tek kelimeyle muazzam. Öte yandan bu albümde çoğu parçanın sözlerini de kendisinin yazdığını söylersek, ne denli büyük emekleri olduğunu daha iyi belirtmiş oluruz. Parçalarda eskiye nazaran çok daha vurucu bir Anti-Christian mesaj hissediliyor; hatta giriş parçası "Fap Fap" iyice bir okunduğunda nerdeyse güruhun itin götüne sokulmuş oldukları ve 'gözlerini iyice açmaları' istendiği anlaşılıyor. 

Albümdeki ilk dört parça gerçek anlamda "The Crimson Armada lan bu!" dedirtebilir bazılarına, fakat sonraki parçalar bazen Attila, bazen Impending Doom, bazen riff bazında As Blood Runs Black havası bile verebiliyor! Örneğin 5. parça "Stoke Stokely" vokalde Hail to the King'den hatırlayacağımız Kody Hale'in eşlik ettiği ve sololarıyla, yer yer yumuşak geçişleri ve drop A riff'leriyle ayrı bir tat yakalayabildiğimiz parçalardan biri. Ardından gelen "Hey Zeus" girişindeki melodik breakdown ile alabildiğine sarsıcı; "Idahoe" rapcore ile djent arasında bize göz kırpan pasajlarıyla ve geçmişten günümüze kadar gelen metalcore'un o spesifik özütünü yansıtabilen aykırı bir parça. 

Bu kadar laftan sonra grubun 2 hafta önce paylaştığı lyric videoyu sizlere sunma vakti geldi. "The Celebration" adlı parçaları için yapılmış videoda bir nevi albüm özetini bulabilmek mümkün, zira başından sonuna kadar enerjisi hiç dinmeyen ve hız seviyenin hiç aşağı inmediği bir parça bu. Ayrıca The Final Chapter grubunun vokali Jake Barnes'ın da ufak bir katkısı mevcut : 

Son sözleri söylemeden önce belirtmeliyim ki The Holy Guide kesinlikle geçici bir proje değil. Artık The Crimson Armada'nın ortalıkta olmayacağı da düşünüldüğünde piyasaları sallayacak grubun The Holy Guide olacağı aşikar. FSA'yı dinlerken de ne eski grubu, ne de Guardians'ı dikkate almak gerekiyor, 2013 gibi temiz bir sayfa açılmışçasına dinlenirse ne kadar harikulade bir eserle karşı karşıya olduğumuzu daha net anlamış oluruz. 
PS: Kapanış parçası "Pac'alypse" için özel dikkat ve ilgi lütfen. Kendinize çok iyi bakın, hoşçakalın.
Orijin : Colorado, US
Janr : Progressive Metalcore / Deathcore
Rating : 9.5/10
Parça Listesi :
1. Fap Fap
2. Uber Douche
3. Cool Story
4. Kthxbye
5. Stoke Stokely (feat. Kody Hale from Hail to the King)
6. Hey Zeus
7. Idahoe
8. The Celebration
9. Ugly Biddie
10. Pac’alypse

14 Eylül 2012 Cuma

As Oceans - Enough Light to Warrant the Contrast

Öyle bir müzik kafası var ki bazı gruplarda, hakikatten nasıl bu kadar çeşitli ruh halleri barındırıp bunları renkli bir demet haline getirebiliyorlar anlamak çok güç. Bunun yalnızca müzikaliteyle ölçülecek bir tarafı da yok bana kalırsa; onların da ne hissettiğini az çok anlayabiliyorum ancak o 'ilham' denen katık olmadığı sürece hiçbir yeteneğin, hiçbir icraatin bir ağırlığı oluşmuyor. Ruh hepsinden önce gelmeli; hangi tür icra ediyorsanız edin, içine önce ruhunuzu katmalısınız. 


İşte lafın uzantısı ise beni buraya taşıyan oluşum zaten, kısacası "As Oceans"; yani tekniğin safkan ruhla bileşimi! Metalcore, deathcore, djent, bunların hepsi belli oranlarda içiçe geçebilir  -ki artık kanıksayabildiğimiz kesişmeler bunlar, ancak North Carolina'lı bu adamların yaptığı her parçanın sanki kendine has bir 'canı' var gibi! Ciddi bir şekilde iç titretiyor, bazen sarsıyor, yeri geliyor kafa uçuruyor, vakit geliyor ki nefes kesintileri yaşatıyor insana. Böylesi derin hissiyatları bu tür 'heavy' türlerin nasıl sağlayabildiğini ise aşina olmayanların anlayabilmesi pek mümkün olmadı, olmayacak, olmaz. 

Öte yandan, bende yalan yok, bu debut albüm esasen 19 Temmuz 2012 tarihinde yayınlanmış olmasına rağmen kendisine daha yeni yeni konsantre olup içselleştirebildim. Bu kadar etkileneceğimi bilsem çıkar çıkmaz bu değerlendirmeyi yazar, cümle aleme ilan ederdim oluşan tarifsiz yakınlığımı. Albümün 'neredeyse' bir başyapıt kıvamında olmasının en önemli sebebi bence gitaristler Wes Byrant ve Joey Diehl'in alabildiğine deli çalmış olmaları. Bilen bilir, djent'i djent yapan da zaten gitarların tekinin kaotik ritimlere uyması, diğerinin ise solodan solaya koşturması olmuştur hep. Ammavelakin bu adamların yaptıkları tek düzelikten yeterince uzak olan djent'i bile olağanüstü bir kakafoniye sürüklüyor, üstelik bunu yaparken de vermek istedikleri duygulardan bir an olsun uzaklaşmıyorlar. 

Önceki paragrafta bahsettiğim gibi, her parçanın sanki bir 'canı' var, bir hikayesi var bu albümde; Waves örneğinde olduğu gibi, sanki 6 dakikalık bir film akıyor gerilim sahneleriyle biten. Gameface, Bro! bu adamların ellerinden nasıl çıktığı anlaşılamayan naiflikte, ıssız bir hafiflikte enstrümantal bir interlude olabilir, fakat A Low Center of Depravity gerek deprem etkisi yaratan intro'suyla, gerek muazzam trafikleriyle bu naifliği yerlebir edebilecek kapasiteye gani gani sahip. Bu parçanın bir nevi albüm özeti olabileceği kanaatine de varabilirim, nitekim o sarsıcı breakdown'ların ve künt djent tonlarının enfes sololarla seviştiği en etkileyici parçalardan biri bu albümde. Akabinde gelen Textures Beneath Bare Feet ise girişiyle sanki bir Misery Signals parçası izlenimi verse de, akan saniyelerde anlıyoruz ki aslında parça deathcore seviyelerinde usul usul değil, tabiri caizse tüfek gibi saydırıyor. Albümün son parçası Celestial Figures için ayrı bir parantez gerekiyor sanki; tamam albüm kapanışının en uzun parça olması çok da şaşırtıcı sayılmaz, fakat onca djent/progressive deathcore karışımı sound yelpazesinden sonra parçanın kapanışına varan pasajı nasıl böyle etkileyici bir clean ile -ki bu kısımdaki clean vokaller de yine aynı kişiden, grubun vokali Logan Lawson'dan çıkma- kurabilmişler? Ve hatta o pasajın sonrasında parmak ısırtan, duvarlara tırmandıran, sağı solu kırma isteği yükleyen uzuncana outro'yu nasıl yaratmışlar? İşte benim de şaşkınlığım bu, tabi nasıl yapılabildiği ile ilgili değil, nasıl bu kadar 'derinleşebildiği' ile ilgili. Djent çok farklı bir dünya; paralel evren diye bir yer varsa, fon müziği kesinlikle bu. 

Sizi yeteri kadar heyecanlandıracak bir trailer'ını paylaşacağım, ancak tüm albümü dinleyecek olanlar için söyleyeyim ki kesinlikle baştan sona sindire sindire dinlenmesi gereken bir albüm  Enough Light to Warrant the Contrast. Hadin bakalım, şimdi kulaklara kuvvet ey ahali!

PS: Açılış parçaları Eternum'dan fazla tırsmayın, ısırmaz. Hoşçakalın!
 
Orijin : Boone, North Carolina, US
Janr : Progressive Deathcore / Djent
Kalite : MP3, 320 kbps 
Parça Listesi :
1. Eternum
2. Measured
3. Existence Patterns
4. Gameface, Bro!
5. No Reason To Wait
6. The Omnist
7. Waves
8. A Low Center Of Depravity
9. Textures Beneath Bare Feet
10.Terraforming
11. Celestial Figures


18 Ağustos 2012 Cumartesi

The Faceless - Autotheism

Kaotizmin müzikal bir karşılığını arasak bu tanımlardan biri mutlaka The Faceless adını içerirdi. Önceki albümlerinden zaten ne kadar katostrofik denizlerde yüzdüklerine aşinaydık, progresif öğelerin tamamını technical deathcore seviyesine taşıyabilmiş olan nadir gruplardan biri haline geldiler; ancak yeni albümleri Autotheism ile varolan çizginin de üzerine çıkarak kontrastı bir kaç seviye daha kararttıklarını görüyoruz. 
Parçalarıyla ilgili spesifik anlatımların gittikçe zor ifa edilir hale geldiği aşikar; grubun en eski üyesi gitarist Michael Keene'in sololarının tabiri caizse coşum coşum coştuğu, Lyle Cooper'ın davulda varolan tüm ton ve metronomlardan gani gani yararlandığı, film fragmanlarından kopup gelmişçesine heyecan verici efektler ve arka fonlarla bezenmiş intro'lar, interlude'lar, ve daha neler neler... Hani kreatiflik diyorduk ya hep, en kısa açıklamalarından biri "Autotheist Movement III: Deconsecrate" adlı parçalarında yaklaşık yarım dakika kadar süren bir saksofon solosu  dahi mevcut! Artık progressive, technical ne derseniz diyin bu adamlar tümünden koca bir merdiven ötede!

Bir parantez de geçen sene gruba katılan basçı Evan Brewer için açmalıyım, zira Autotheism'de fena halde döktürüyor Animosity'nin eski basçısı. Albümün sondan bir önceki kısa sahnelik parçası "Hymn of Sanity"de -ki gitarların hızını takip dahi etmek kolay değil!- parmaklarını kolay kolay göremeyeceğimize bahse bile girebilirim. Ayrıca kapanış parçası "In Solitude" kesinlikle nadide bir eser, hatta yer yer Opeth havası bile sezebilirsiniz diye düşünüyorum. Tüm albümde brutal kısımları yeni vokalist Geoffrey Ficco seslendirirken, clean bölümleri ise Michael Keene patlatmakta. Bu çılgın albümün trailer'ını da aşağıda vereyim, tam olsun : 


Bunca bilgiden sonra artık size bu şaheseri kulaklarınızla buluşturmak kalmış. Tez zamanda, edinin, dinleyin, dinletin!
    
Orijin : Los Angeles, California, US
Janr : Technical Death Metal
Kalite : MP3, VBR ~271 kbps

Parça Listesi :
1. Autotheist Movement I: Create
2. Autotheist Movement II: Emancipate
3. Autotheist Movement III: Deconsecrate
4. Accelerated Evolution
5. The Eidolon Reality
6. Ten Billion Years
7. Hail Science
8. Hymn of Sanity
9. In Solitude

28 Haziran 2012 Perşembe

Signal The Firing Squad - Abnegate

Haziran ayının bünyemizi bolca deathcore tonuyla doyurmuş olması, baştan sona çılgınlar gibi sert bir yaz geçireceğimizin müjdesi gibi oldu. Halihazırda mevsimi ortalamışken böyle ağır tokatlık albümler iyiden iyiye sarsılmamıza yol açsa da, sıcakların getirdiği bunaltıcı havayı en azından zihinde bir miktar dağıttığını söylemek gerek. Madem ki güneşin ta alnındayız, kıtalar ötesi Avustralya'nın en tatlı bölgelerinden birinde, Sunshine Coast yamacında çılgın atan deathcore çocukları Signal The Firing Squad ile sizleri buluşturayım. 


2009 yılında müzikal anlamda yola çıkıp kendi bölgelerini baştan aşağı yeterince taradıktan sonra, en nihayetinde 2012'nin Haziran'ında debut albümleri Abnegate piyasaya RTD Records etiketiyle sürüldü. Yaklaşık 9-10 aylık bir çalışmanın ürünü olan albüm, birbirinden hayvani 10 parça ile deathcore'un her türlü açıdan icrasını gerçekleştirmiş. Toplam süresi 40 dakikaya epey yakın olunca, albümün ne kadar doyurucu olabileceğinin ipucu verilmiş oluyor bir nevi; ammavelakin kullandıkları ince ayrıntılarla da underground dinleyici kitlesini etkilemekte pek zorlanmayacakları aşikar. Avustralyalı beşlinin etkilendiği gruplar arasında Beneath The Massacre ve yakın zamanda -ne yazık ki- beyaz bayrağı kaldırmış olan Molotov Solution'un bulunuyor olması bile zevk anlamında donanımlarının ne denli güçlü olduğunun bir göstergesi bana kalırsa.

Abnegate albümlerini yalnızca deathcore janrıyla sınırlamak büyük haksızlık olur, zira özellikle djent, progressive ve metalcore ayarında da oldukça çeşitli örnekler sunuyorlar. Örneğin "Inearthed" adlı parçalarında -ki albümün en uzun 2. parçası olmakta- yaklaşık olarak son iki dakikası hafiften djent tonlarına yakın riff'ler ve inişli çıkışlı davullarla şenleniyor. Enerjiyi damarlarınızda akan o asil kanda dibine kadar hissediyorsunuz; sanki avuçlarınızda sıkı sıkı tuttuğunuz bir beyzbol sopasını derme çatma bir kapıya tüm gücünüzle indirdikçe indiriyormuşsunuz gibi... Belki biraz vahşice, çok sertçe fakat canice değil! Albümde ayrıca "Pillars of Creation" gibi olağandışı bir interlude mevcut ki derin derin Veil Of Maya dalgası hissediliyor pasajda. "Goddess of Retribution" ve albümün en uzun parçası "Bloodlines" cayır cayır gitarların bünyeleri altüst ettiği, "Into The Mouth of The Leviathan", "Abominator"  ve "Human:Redefined" ise breakdown'ların coşum coşum coşturduğu albüm yıldızları. Hatta bana kalırsa albümün en acayip, en kafa koparıcı parçası "Abominator"; zaten Despised Icon'un gülü Alex Erian da vokalleriyle Nathan'a muazzam şekilde eşlik etmiş; parça açık açık headbanger'ların kanser ilacı olabilecek kadar harikulade bir fon müziği sanki. İşte o olay  parça : 

Baştan sona dinlendiğinde fenafillah bir kudret dolduran, gazın dirhem dirhem iliklerinize kadar işlediği bomba gibi bir albüm Abnegate. Size tavsiyem, tükenmeden alın; hatta tükense de bir yerlerden bulun, alın. 'Almak' fiilinden kastımı anlamışsınızdır, kıps. 

Hoşçakalınız!

Orijin : Sunshine Coast, Avustralya
Janr : Deathcore
Kalite : MP3, 320 kbps

Parça Listesi :
1. Abnegate
2. Abominator (Ft. Alex of Despised Icon)
3. Human:Redefined
4. Pillars Of Creation
5. Bloodlines
6. Goddess Of Retribution
7. The Ancients
8. Into The Mouth Of The Leviathan (Ft. Daniel of Boris The Blade)
9. Inearthed
10. Synapse Failure

23 Haziran 2012 Cumartesi

Death Of A Salesman - The Art Of Misdirection

Yaz döneminin en sıcak günlerine hafiften geçiş yapmaya başladığımız şu aralıkta, içimizi bir tutam olsun serinletebilecek her şeye açığız elbet. Müzikal açıdan da çılgınlar gibi bir potansiyel mevcut bunun için; hani nerdeyse akın akın geliyorlar diyeceğim, hiç de yanlış olmayacak. Durum böyle olunca algıda seçiciliğin algıda sıçıcılığa geçiş yapmaması gerekiyor ki bünyelerimiz kaliteli, keyifli ve bir o kadar da etkileyici eserlerle tanışıklığını sürdürsün. Yoksa böyle bir ortamda havuzun yeni yapım çöplüğüne dönüşme olasılığı da hiç az değil, ancak bu blog'un hiç olmazsa böyle bir durumu ortadan kaldırabileceği aşikar. Misyon olarak en iyileri sizlerle buluşturmayı belirlemiş bir yazarın elinden çıkıyor nitekim tüm bunlar, doya doya sömebilirsiniz. Afiyet bal şeker olsun.


Bugün Belfast'tayız genşler; Kuzey İrlanda'nın Avrupa Şampiyonası'nda tokat manyağı olmasından sonra ülkeyi zaten pek de fazla ilgilendirmeyen metal müzik sahnesinde yeni bir topluluğumuz var : Death Of A Salesman! Esasen 2010 yılında kurulmuşlar, ancak debut albümleri olan The Art Of Misdirection ancak bu senenin yaz başını bulmuş. Sağlık olsun, geç olsun ama güç olmasın demiş atalarımız. Sonuç itibariyle bolca kafa yorulmuş ve uğraşılmış bir albüm ortaya çıkarmışlar, buna bakarak aslında "güç" olmuş gibi durduğunu da söyleyebiliriz. 2011'in Ocak ayında çıkardıkları ilk demolarından sonra baya tutuldular ki konserlerde turlarda baş göstermekten debut albümlerinin kaydına zor da olsa Kasım 2011'de girişebildiler. Ama sonuç işte burada, "The Art Of Misdirection" tabiri caizse hayvanlar gibi sert bir albüm olmuş. 

Deathcore ile metalcore arasındaki kalın ama -hala- pek kolay ayrılamayan çizginin bir öbür tarafındalar, bir diğer tarafındalar. Albümdeki 10 parçanın her birinde rutine bağlamak istemeyen, ciddi ciddi stabilizasyon karşıtı deneysel bünyelerin ürünlerini görüyoruz. Örneğin "The Things We Own" adlı parçalarının intro kısmında Dave Jackson ve Pete Craig'in gitar tonları sanki bir screamo havası, sanki bir experimental mathcore derinliği taşıyor. Bir Norma Jean ile  Emmure içiçe geçmiş gibi, çoğacayip gerçekten. Vokalde Aidan Thompson inceden kalına, inhale'den exhale'e çılgın atarken parçaların trafiğine de ciddi etki yaratıyor. Bunun en sağlam örneklerinden biri albümün kapanış parçası "Checkmate", verse 1 kısmında Aidan'ın çığlıkları tizden giderken nakarat kısmında birden exhale'e dönerek bodoslama bir deathcore tokatı bindiriyor. Ancak parça sonlarına doğru fenalar fenası bir distortion akışkanlığına bürünerek  duygu sağanağı ile kapanacak diye düşündürürken, yine başka bir hayvanlık karşınıza çıkıyor ve deathcore-vari bir breakdown ile noktayı koyuyorlar. 

Ayrıca basta David Harvey ile davuldaki Pete Sweeney'in uyumlarından söz etmemek olmaz; zira deathcore için oldukça önemli bir öğe olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ammavelakin bu ikilinin parça trafiklerindeki kick-bass bindirmeleri özel efektlerle öyle güzel hale getirilmiş ki, parçalarda kulağınıza -illa ki- çarpacak olan ani geçişlerde bir nevi bomba etkili drum boost'ları serpiştirilmiş durumda. Bu tip efektleri çoğu grup kullanmaya başladı, ancak bu adamların kullandıkları "ölçü" son derece hoşuma gitti. Bu patlamalara örnek olarak "Dr Jekyll/Mrs Hyde" , "Escape From Ravenholm" ve "Danger Close" parçalarını gösterebilirim; ancak tabi albümün geri kalanında daha neler neler var, dinlemeden asla bilemeyeceksiniz! 

Sürprizlerle dolu bu albümü mutlaka edininiz, siz dinlemeseniz de başkalarına dinletiniz, neden böyle bir manyaklık yapasınız bilmiyorum ama siz yine de bana güvenin. 

Hoşçakalın.


Orijin : Belfast, Kuzey İrlanda
Janr : Deathcore, Metalcore
Kalite : MP3, 320 kbps


Parça Listesi :

1. Emergency Broadcast
2. Digital Graveyard
3. Dr Jekyll/Mrs Hyde
4. More Secrets Than Naska
5. Danger Close
6. Escape From Ravenholm
7. Tear Down Everything
8. The Masquerade
9. The Things We Own
10. Checkmate 

13 Haziran 2012 Çarşamba

Make Them Suffer - Neverbloom

Dünyayı karış karış gezmişiz gibi hissediyorum bazen (çoğul özne kullanmamın sebebi de yalnız dolaşmadığımı bilmem), hani şöyle 1-2 meridyen bile değişince evvelinde var olan tüm hava ardımızda kalıveriyor ve her yeni 'şeyin' takibi zorlaşıyor. Müzik için de bu elbette geçerli, etnik öğelerin ne kadar ayırt edici olabildiğini açıklamama gerek yok sanıyorum. Ancak, konu metal müziğe geldiğinde ise içeriği toprağa göre kategorize etmek alabildiğine zorlaşıyor. Mesela futbolun beşiği dediğimiz İngiliz coğrafyasından Architects gibi bir metalcore devi çıkabiliyorken, aynı topraklar Coldplay gibi melankoli sağanaklarında sizi yüzdüren bir gruba da ev sahipliği yapabiliyor. Çeşitlilik güzel şey vesselam.
Avustralya bölgesini ise pek sevdiğimiz, canımız, kanımız Parkway Drive'ımızdan gayet iyi bir şekilde hatırlayacağız; zira kendileri büyük rol oynamıştır bizim o coğrafyayı ve insanını sevebilmemiz -veyahut en azından sempati besleyebilmemiz- konusunda. Şimdi ise, 2012 yılının ca'nım Mayıs ayında yepyeni bir sebep daha doğdu bize : Make Them Suffer ! Tipik Roadrunner Records gruplarından net bir şekilde sıyrılabilecek sound'larıyla şimdiden Avustralya'nın batı yakasını bizlere yakınlaştırmaya başladılar bile. 2011'de çıkardıkları ilk EP'leri olan “Lord Of Woe”  da büyük bir sansasyon yaratmıştı, zira symphonic deathcore çok sık rastlanabilecek bir janr değildi  -ki hala da öyle- ve bu nadir ortamda harikulade bir kayıt ortaya çıkmıştı. Fakat "Lord Of Woe"nun en az 2-3 gömlek üstünde bir debut albüm Neverbloom. Senfonik öğeleri deathcore'a yedirmek belki bir iki klavye efektine bakıyor gibi görülebilir; nitekim klavye veya synth kullanan metal gruplarının sayısı hiç de azımsanacak seviyede değil. İşte burada bir Make Them Suffer farkı çılgınlar gibi göze çarpıyor : prodüksiyon! 


Grubun klavyecisinin Louisa Burton adlı bir hatun olması esasen bir şey değiştirmiyor (!) denilebilir, tamam bu dediğime ben bile inanmamış olabilirim, ancak değinmek istediğim nokta o değil. Bir deathcore/death metal bazlı sound için oldukça akıcı trafiklere sahip parçaları mevcut; örnek vermek gerekirse, belli periyotlarda -yine Louisa'nın olmak üzere- clean vokallere bağlaması ("Neverbloom" gibi), klavye armonileri üzerine kafa koparıcı breakdown'lar bindirerek sergiledikleri enteresan metalcore yaklaşımları  ("Elegies", "Morrow" ve "Weeping Wastelands" gibi), bolca kullanılan bass drop'lar, hiç çekinmeden yardırılan clean ve akıcı pasajjlar... Şimdi sizle sadece Neverbloom klibini paylaşsam dahi yeterli heyecanı sağlarım, bundan son derece eminim : 



Özellikle "Weeping Wastelands" outro'su itibariyle tek kelimeyle ibretlik diyebilirim, tabi aynı derecede ibretlik olan bir sonraki parça "Widower" da bir başka/bambaşka sarsan intro'su itibariyle kesinlikle es geçilmemesi gereken bir hadise. Widower'da bulunan 02:57-03:29 arası breakdown için söyleyebileceğim tek şey : EPİK ULAN! Adı gibi kuyuya benzer şekilde sizi içine çeken "The Well" ise, hem breakdown hem de bastırdıkça bastırdığı gerilim efektleri açısından oldukça sağlam. Albüm geneline baktığımda, vokal Sean Harmanis her şeyden ayrı ve gayrı olarak olağanüstü bir performans sergiliyor; gerek brutal, gerek scream, hatta bir yerde inhale bile fark ettim, yani her türlü yardırıyor adam. Tutmak mümkün değil, çok sarsıcı. 10 üzerinden 1000 diyeyim, siz anlayın. 

Kısacası, senfonik death konseptinde bana göre muazzam, aşmış bir eser Neverbloom. Her arşivcinin, o olmadı her metalhead'in, o da olmadı her yenilikçi metalhead'in masaüstünde veyahut bilimum klasörlerinde yer etmesi gerektiğini düşünmekte çok haklıyım. Dinleyince bana hak vereceksiniz zaten, vermezseniz de ben alırım o hakkı, dert değil. Çünkü naçizane ancak bir o kadar iddiali görüşüm, bu albümün 2012 yılının en iyi 3 albümünden biri olduğu yönünde. Dinleyiniz, dinletiniz; arabada, metroda, bulduğunuz her yerde çalınız, çaldırınız.
Hoşçakalın.
Orijin : Perth, Western Australia
Janr : Symphonic Deathcore
Rating : 10/10

Parça Listesi :
1. Prologue
2. Neverbloom
3. Morrow 
4. Elegies
5. Malestrom
6. Oceans Of Emptiness
7. The Well
8. Weeping Wastelands
9. Widower
10. Chronicles

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Far From Here - The World Will Know

Bu güzel Mayıs gününde, Türk gençliğine armağan edilmiş bu özel günde sokakları coşkuyla ve heyecanla doldurmadan önce yeniden karşınızdayım. 

Müzikte öncelikle emek verilen işin kaliteli olması, her açıdan keyfi artıran bir öğedir hem dinleyici hem de yapımcı için. Zira önceliği her daim kaliteye vermeye çalışırlar, bu sebepten olsa gerek farklılık yaratmaya çalışmak da bazen ikinci planda kalabilir. Ancak, 2009 yılında Moskova'nın arka sokaklarında birleşmiş olan 6 gencin yaptıkları ise hem kendi bölgeleri için bir farklılık, hem de kalite kokuları taşıyor buram buram. Far From Here, 2010'da çıkardıkları debut çalışmaları olan Degradation EP'den sonraki ikinci EP'leri The World Will Know ile bilimum yerleri doldurdu bile. 

Müzikal açıdan baktığımızda bu adamlar metalcore'un tüm özelliklerini kullanmaya çalışmış, hatta ilaveten synth efektlerini de bolca kullanarak elektronik altyapıyı da coşturmuş ve post-hardcore'a ciddi ciddi göz kırpmışlar. Grupta davulcu ve vokal olmak üzere iki adet Andrey bulunduğundan mütevellit, vokal olana vokal Andrey diyeceğim. Kendisi bir miktar Rusça'nın fonetiğine bağlı kalarak okumuş parçaları, İngilizce'sinin pek de anlaşılabilir olmaması bu yüzden; ancak yine de bu pek dert edilmiyor, zira trafiklere ve tonlara oldukça uygun scream vokalleri olduğunu söyleyebilirim. Tabi bu aksan farklılığı scream'lerde değil clean vokallerde daha çok kendini gösteriyor, post-hardcore yaklaşımına uygun tiz clean'ler ilk başta size biraz 'farklı' gelebilir. 

Öte yandan, davul Andrey'in bazı parçalarda harikulade ataklar ortaya çıkardığını söylemeden geçemeyeceğim. "Where Is The Sunrise", "We Have Time" ve "Everlasting" davulun bana kalırsa daha çok coştuğu parçalar, özellikle breakdown geçişlerinde ciddi fark ortaya koyuyor. "Scarlett" ve "Player" efekt açısından da oldukça zengin parçalar; hatta "Scarlett"in ortalarına doğru hafif geri plandan yansıyan 'orgazm çığlıkları', parçaya hiç beklenmedik ama çok da tatlı bir hava katmış -ki oldukça sağlam bir özgüvene sahip olduklarını gösteren bir detay bu. 

EP'nin kapanışı "Eternity" adında enstrümantal bir interlude ile yapılmış, içinde bolca ve breakdown ve klavye efekti barındıran keyifli bir son olmuş bana kalırsa. Tonlama ve miksaj konusunda parçalarının hiçbir eksiği yok, sadece vokalleri daha anlaşılır kılabilirlerse tadından yenmezler ancak bu da artık vokal Andrey'in keyfine kalmış bir olay gibi gözüküyor. 

Kısacası, denemeye ve dinlemeye değer adamlar Far From Here ve ben kendilerine şimdiden kefilim! Doya doya tüketiniz... 

Orijin : Moscow / Rusya
Janr : Post-hardcore/Electronic
Kalite : MP3, 320 kbps

Parça Listesi :
1. Escape This Hell
2. Everlasting
3. Stay By My Side
4. For You
5. Scarlett
6. Where Is The Sunrise
7. Love. Hope.
8. We Have Time
9. Following Our Dreams
10. Player
11. Eternity

3 Mayıs 2012 Perşembe

Reflections - The Fantasy Effect

Gücün soyut olarak varlığını bilirsiniz, fakat onu her zaman yanınızda hissedemezsiniz. Aynı şey müzikte de geçerlidir; ne kadar enstrümantal olarak aşmış olsalar da bazı parçalar size 'o gücü' veremez. Ancak bazı parçalar ve hatta bazı albümler vardır ki, en baştan son parçasına kadar "oha, oha ve ohaaa" nidalarınızı esirgeyemezsiniz.


Minnesota'lı beşli Reflections da öyle bir yapımla gelivermiş ki, müzikalitesi kadar bünyede yarattığı gaz da fenalar fenası. The Fantasy Effect sizi uçsuz bucaksız bir okyanusun üzerinde her yöne gezdiriyor, buz gibi suya batırıp çıkarıyor, tüm gücüyle sizi gökyüzüne yollayıp tekrar okyanusun derin sularına gömülmenizi izliyor. Sert vuruşlarıyla karşı koyamacağınız darbeler almanıza neden oluyor, ancak yine de bırakamıyorsunuz onu; dinlerken sanki kendi isteğinizle dayak yemeye çalışan biri gibisiniz, çünkü bundan tarifsiz bir zevk alıyorsunuz. 

Grup şu experimental denen zıkkımı sonuna kadar kullanıp tabiri caizse sanatsal harikalar yaratıyor ve bunu metal müziğin tam anlamıyla 'kökünde' gerçekleştiriyor. Ve The Fantasy Effect grubun yalnızca ikinci full-length albümü olmasının yanında, senenin en hayvani yapımlarından biri olmaya da şimdiden aday. Yapımda öne çıkan öğeler o kadar fazla ki hangisini ayırt edeceğini şaşırıyor insan. Örneğin, gitarları aşmış iki yetenek Patrick Somoulay ve Charles Caswell, gerek sololarıyla, gerek ara ritm/melodi trafikleriyle şov üstüne şov yapıyorlar. Djent etkisinin göz ardı edilemeyeceği bir sound yapıları olduğunu kesinlikle söylemeliyim, zira her ne kadar experimental metalcore öğeleri sağanak şeklinde yağıyor olsa da özellikle gitarlar tam olarak "djent" tonlarını veriyor. Bir de parçaların "bol sololu" olduğunu düşünürsek, nasıl tadına doyulmayacak bir yapımla karşılaştığımızı daha iyi anlamış oluruz.

Kıyaslama yapmak çok güç, ancak grubun sound olarak en azından -zorlama bir benzetme olacak olsa da- Within The Ruins ile Your Memorial kırması şekline bürünmüş olduğunu söyleyebilirim. Yine de bu yetersiz bir benzetme olacaktır, nitekim adamların sound'u yeterince 'ayrı' ve aykırı duruyor. Mesela "...And Found" intro'suna kulak verdiğiniz zaman bir Meshuggah etkisi tokat gibi çarpıyor suratınıza; fakat bir de "Picture Perfect" geliyor, deathcore-melodic metalcore-djent arası keskin geçişlerde bir süre sonra kendini kaybediyorsunuz, Within The Ruins'te deliler gibi karşılaştığımız türden. Teknik olarak tek kelimeyle aşmış breakdown'ların karmaşık trafiklere ne ara bezendiğini, budandığını anlayana kadar parça bitmiş oluyor; bu gerçekten bir metal sınaması gibi! Ve bir "Sandblasted Skin" var ki, Pantera adı sanı duyulalı böyle cover görmemiştir eminim. Evet, adamın ağzına sıçar. 

Bu albümü bir an önce edinin ki bakış açınız genişlesin, zihniniz puding kıvamına bürünsün; bir an evvel paralel evrendeki ruhunuzu bilinmezlere teslim edin ki The Fantasy Effect sizi bulsun. Bana kalırsa yılın en farklı, en derin, en 'hayvani' ilk üç albümünden biri. Daha neler göreceğiz neler!

Tekrar görüşmek dileğiyle, hoşçakalın!

Orijin : Minnesota / Amerika Birleşik Devletleri
Janr : Progressive Metalcore/Experimental/Djent
Kalite : Mp3, CBR 320 kbps 
Parça Listesi :
1. Ceilings
2. Ms. Communication
3. Good Push
4. Picture Perfect
5. An Artifact
6. Advance Upon Me Brethren
7. Lost...
8. ... And Found
9. Rotations
10. Sandblasted Skin (Pantera Cover)


Everlasting Weekend - Between Us And Them

Üzerimizdeki ölü toprağını baharın ilk güneş hüzmeleriyle atmaya başladığımız şu günlerde, müzikal açıdan da doyurucu yapımlar karşımıza çıkıp keyfimize keyif katmıyor değil elbet. En azından 3 haftalık dilimi ele alırsam çok da fazla sayıda 'kaliteli' albüm ile karşılaşmadım, fakat onların aralarından 'bir şekilde' sıyrılanlar da oldu. İşbu grup, İsveç'in güzel toprakları Stockholm'ün ücra bir köşesinden oldukça da tatlı bir yapımla sayfamızda bitiverdi. Everlasting Weekend, müzik hayatlarının ilk EP kayıtlarıyla metalcore sahnesine elektronik hazneli bir atılım yapmış oldu. Yaptıkları janr için direkt olarak trancecore diyemeyeceğim, fakat elektronik metalcore demekten de kendimi alamayacağım. Aynı bokun yeşili gibi oldu biraz, bu kez yapabileceğim bir şey yok. Zira kendileri de The Devil Wears Prada ile hafif bir benzerlikleri olduğunu reddetmiyor; bu da gayet elektronik metalcore yakınlıklarına delalettir diyebiliriz. 

5 parçalık EP'nin güzelliği ise dubstep/trance efektlerinin bol bol kullanılarak metalcore'a güzelce yedirilmiş olması; zaten dubstep'in iyice new-trend olarak ayyuka çıktığını bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Öte yandan, scream vokallerde Ludvig Tornefjell çok gaz bir performans sergiliyor, ona paralel olarak gitarlardan biri ve aynı zamanda clean vokalleri yaratan adam olan Pontus Leoo'nun nakaratlara eşlik edişi gayet şık. İkinci gitar ve programlamadan sorumlu mühendis Sebastian Widin ise Akai synth'iyle yardırdıkça yardırmış, kullandığı efektler hakikatten parçaların enerjisine enerji katmış. 

İlk EP'leri için heyecanlandırıcı da bir teaser yayımladılar 2 hafta evvel, eh bu durumda bana da paylaşmak düşer :



Güzel bir sound'ları mevcut ve bu yolda ilerlemeleri durumunda son derece 'taş' bir full-length album ile karşılaşacağımız aşikar. Bekleyip göreceğiz efendim. Tekrar görüşmek dileğiyle, hoşçakalın...

Orijin : Stockholm, İsveç 
Janr : Post-Hardcore / Electronic / Metalcore
Kalite : mp3, CBR 320 kbps

Parça Listesi :
01. Intro: The Beginning
02. Nothing Like You
03. Deceiver
04. Come To My Senses
05. Limitless